gerçek
TürkçeDüzenle
AdDüzenle
gerçek (belirtme hâli gerçeği, çoğulu gerçekler)
- (felsefe) yalan olmayan, doğru olan şey, hakikat
- Esasen bizim için millî varlık ile istiklal ve hürriyet aynı gerçeğin çeşitli cepheleridir. -M. Kaplan
- gerçeklik
- Her hâlde o gün imparatorluğun ölümü apaçık bir gerçekti. - H. E. Adıvar
- doğruluk
- Bu laflarda gerçek payı ne kadar çoksa duygu payı da ondan az değildir. - B. Felek
ÇekimlemeDüzenle
gerçek adının çekimi
DeyimlerDüzenle
ÇevirilerDüzenle
çeviriler
|
Ön adDüzenle
gerçek
- yalan olmayan
- O yürekler acısı fukara kafile, yüzlerinden gerçek acı aka aka ölü arkadaşlarının namazını kıldılar. - Halikarnas Balıkçısı
- bir durum, bir nesne veya bir nitelik olarak var olan, varlığı inkâr edilemeyen, olgu durumunda olan, özbeöz, hakiki, reel
- Kâğıt paranın saymaca değeri varsa da gerçek değeri yoktur.
- aslına uygun nitelikler taşıyan, sahici
- Gerçek elmas. Gerçek hikâye.
- temel, başlıca, asıl
- Bir kişinin ahlaklı olması için, o benim dediğim gerçek ahlaka erişebilmesi için bir iç âlemi olmalıdır. - N. Ataç
- doğadaki gibi olan, doğayı olduğu gibi yansıtan
- Bu peyzajdaki çiçekler son derece gerçek.
- yapay olmayan
- (felsefe) düşünülen, tasarımlanan, imgelenen şeylere karşıt olarak var olan
ÇevirilerDüzenle
çeviriler
|
KaynakçaDüzenle
- Türk Dil Kurumu: "gerçek"
AtasözleriDüzenle
GagavuzcaDüzenle
KökenDüzenle
Eski Türkçe kärtü
Ön adDüzenle
gerçek
- gerçek
TürkmenceDüzenle
AdDüzenle
gerçek