burst
İngilizce
değiştirAd
değiştirburst (çoğulu bursts)
- (dil bilimi) (genellikle ‘burst off’) patlama
- The bursts of the bombs could be heard miles away.
- Bombaların patlamaları kilometrelerce öteden duyulabiliyordu.
- The bursts of the bombs could be heard miles away.
- bir şeyde meydana gelen ani ve hızlı artış
- When he accidentally pressed the gas, there was a burst of speed.
- O yanlışlıkla gaza basınca hız patlaması yaşandı.
- There was an burst of applause when he took the stage.
- Sahneye çıktığında alkış patlaması yaşandı.
- 1860 - Charles Dickens. Büyük Umutlar.
- « “It's my wedding-day,” cried Biddy, in a burst of happiness, “and I am married to Joe!” »
- “Bugün benim düğün günüm,” diye mutluluk patlamasıyla haykırdı Biddy, “ve ben Joe ile evliyim!"”
- 1860 - Charles Dickens. Büyük Umutlar.
- When he accidentally pressed the gas, there was a burst of speed.
Eylem
değiştirburst (üçüncü tekil kişi geniş zaman bursts, şimdiki zaman bursting, geçmiş zaman ve yakın geçmiş zaman bursted)
- (fizik) iç basınç etkisiyle patlamak
- I blew the balloon up too much, and it burst.
- Balonu çok fazla şişirdim ve patladı.
- I blew the balloon up too much, and it burst.
- bir cismi basınç kullanarak patlamak
- I burst the balloon when I blew it up too much.
- Balonu çok fazla şişirdim ve patlattım.
- I burst the balloon when I blew it up too much.
- (hidroloji) nehrin taşması, nehrin taşkınlık yapması
- Cultivated fields could be inundated if the river bursts.
- Nehir taşkınlık yaparsa ekili alanlar sular altında kalabilir.
- Cultivated fields could be inundated if the river bursts.
- aceleyle veya beklenmedik bir şekilde bir yere girmek veya çıkmak, dalmak
- He burst into the room without knocking the door.
- Kapıyı çalmadan odaya daldı.
- He burst into the room without knocking the door.
- (argo) iyice doymak, karnı yiyecekle şişmek, çatlamak
- If I eat one more hamburger I will burst.
- Bir hamburger daha yersem çatlayacağım.
- If I eat one more hamburger I will burst.